Kahvenin kokusu, camın buğusu, yağmurun tıpırtısı...
Elde bir kitap, fonda bu melodi... (Frederice Chopin - Raindrop Prelude )
Yağmur damlasının dansı izlenmeye değer. Özgürlüğünü ilan
edercesine kollarını açmış, sevinç çığlıkları atarak
çılgıncasına sevgilisine koşuyor gibi!
Arada bir rüzgar da destek veriyor damlaların toprağa
kavuşmasına, hızlanıveriyorlar belli belirsiz.
Değil ki nefesinden üflemiş, can vermiş İstanbula! Boğazına kadar yağmura bulanmıştır da aslında İstanbul, gökten gelene kadar unutur
nankör insanı onun yağmur yüzünü!
Büyü sanki yağmurun şehirlere etkisi. Ruhu resetleniyor,
gençleşiyor, sancıları sona eriyor kendini sil baştan doğuruyor gibi; yeni,
yine, yeniden!
Arındırıyor sanki süzülen her damla koca şehri
günahlarından. Sanki yıkandıkça biraz daha temizleniyor suyu, havası, insanı.
Ve geriye kalan birkaç avuç toprağın kokusuyla biraz daha kabul edilebilir oluyor!
İnsanı özgür bırakıyor sanki yağmur her bir damlasıyla daha ve daha ve daha... Tarifsiz bir kuraklıkta gibi ruh karışamadığı her damlaya yanıyor.
Kuş oluyor, balık oluyor, yaprak oluyor, toprak oluyor sanki insan damla damla. Damlaya damlaya özüne dönüyor. Ben mesela her yağmurda biraz daha kedi olduğumu hissediyorum!
Elde bir kitap, fonda o melodi…
Kahvenin dumanı henüz üstünde,durmamalı daha çok hayali
koklamalı…
Cam biraz daha buğulu şimdi,
sıra bizde çizilecek bir sürü düş var.
Sonrası ise kuşkusuz gökkuşağı!